top of page

Stratejik İnsanlık: Gazze

  • Cafer Gümüş
  • 17 Eki
  • 2 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 23 Eki


ree

Yousef Al Zanoun/AP



Filistin-İsrail çatışması ya da daha doğru bir tabirle soykırım, 2023'ün son çeyreğinden bu yana tırmanarak, bölgesel bir çatışma olmanın çok ötesine geçmiş, küresel sistemin jeopolitik ve ekonomik dengelerini sarsıcı bir şok yaratmış ve uluslararası hukukun işleyişini sorgulatan küresel bir kriz haline gelmiştir. Soykırımın en belirgin stratejik sonuçlarından biri, ABD’nin Ortadoğu’daki geleneksel liderlik ve arabuluculuk rolünün ciddi bir itibar kaybına uğramasıdır. ABD’nin koşulsuz İsrail desteği, yalnızca Müslüman coğrafyanın değil tüm dünyanın çifte standart algısını derinleştirmiştir. Bu durum, ABD'nin uzun vadede diplomatik nüfuzunu zayıflatacaktır.


Rusya ve Çin, çatışma üzerinden ABD’nin dikkatini Asya-Pasifik ve Ukrayna’dan uzaklaştırmaya ve Batı’nın dikkatini dağıtmaya yönelik bir strateji uygulamaktadır. Çin'in bölgedeki aktif rolü üstlenme çabası ve Rusya’nın Batı karşıtı politikaları, çatışmayı yeni bir Dünya Savaşı döneminin vekâlet savaşına dönüştürme potansiyelini taşımaktadır. Soykırım, BM Güvenlik Konseyi'nin hukuksuzluğunu, eylemsizliğini ve işlevsizliğini bir kez daha gözler önüne sermiştir. Savaşın bölgesel yayılım riski, başta Süveyş Kanalı gibi kritik deniz ticaret yollarını tehdit etmekte, bu potansiyel riskler, zaten kırılgan olan uluslararası tedarik zincirleri üzerinde yeni bir baskı oluşturmakta ve lojistik maliyetlerini artırmaktadır. Bölgedeki istikrarsızlık ve savaşın yayılma riski enerji fiyatları üzerinde de etkili olmakta, bu da dünya genelinde enflasyon yangınını körüklemektedir. Türkiye gibi enerjide dışa bağımlı ülkeler için bu durum, cari açığın artması ve makroekonomik olarak istikrarın bozulması gibi riskleri beraberinde getirmektedir.


Türkiye için bu soykırım, hem insani bir sorumluluk hem de ülke menfaati açısından kritik bir öneme sahiptir. Türkiye, İslâm coğrafyası içerisindeki ağırlığı, Batı ile olan NATO bağları ve Rusya ile dengeli ilişkileri sayesinde, krizde dengeleyici bir güç olma potansiyelini hâlâ korumaktadır. Türkiye’nin yapması gereken, bir yandan insani yardımları sürdürürken, diğer yandan kalıcı barışa yönelik askeri müdahalenin gerekliliğini uluslararası platformlarda savunmaktır. Türkiye'nin bu krizdeki insani ve ahlâki duruşu, Ortadoğu’nun gelecekteki güvenlik mimarisinde belirleyici bir aktör olarak konumlanmasına olanak sağlayacaktır. Gazze meselesi, yalnızca bir trajedi değil, aynı zamanda dünya düzenin kırılma noktalarını ve temel sıkıntılarını ortaya çıkaran bir katalizördür. Soykırımın uzun vadeli etkileri; ABD hegemonyasının erozyonu, yeni kutuplaşmalar ve küresel ekonomik risklerin artması şeklinde kendini gösterecektir. Türkiye’nin bu ortamda izleyeceği diplomasi hem kendi ulusal güvenliği hem de bölgesel istikrar açısından hayati öneme sahiptir. Dünya düzeni, bu krizin çözülüş şekline göre yeniden tanımlanacaktır.


Sonuç olarak soykırım hâlâ devam etmekte, bebekler-çocuklar katledilmekte, vahşet olabildiğine devam etmektedir. Bu vaziyette, insani yönü bir kenara bırakıp stratejiden bahsetmek her ne kadar insanlık gururumuza ağır gelse de işin yalnızca bu yönü dahi soykırımın ivedilikle durdurulmasının ne derece elzem olduğunu gözler önüne sermektedir. Lakin her şeyden öte Gazze politik, stratejik veya dini bir olay değil insani bir meseledir.

 
 
 

Yorumlar


bottom of page